19 Mayıs 2017 Cuma

EĞİTİMDE İYİ YAPTIĞIMIZ ŞEYLER...

Yıllarca eğitim sistemimizin  sorunları konuşulup durdu. Eksiklerimiz, yapamadıklarımız, yapmaya çalıştıklarımız gibi...İyi örneklerin çoğaltılması gerekir elbette. Toplumun ve sistemin işine yarayan örnek materyaller örnek projeler yapmak sistemin iyi çalışması açısından büyük önem taşımaktadır.
                İlk olarak söyleyebileceğim, fedakarlık eğitimini iyi veriyoruz öğretmenlere. Öğretmenlerin öğrencilere bakış açılarını değiştirip onlar için fedakarlık yapabilen birer kahraman olarak gösterebiliyoruz kendilerini. Bu fedakarlık davranışını en fazla ıssız köylere giden öğretmenlerden bekliyoruz mesela. Gittiklere okula konup oraya sihirli değnekleriyle dokunup. orayı güzelleştirmelerini istiyoruz. Bunu yapan birçok öğretmen de var. Görev bilincini verebiliyoruz öğretmenlere. Bu bizim duygusal bir toplum olduğumuzun da göstergesidir aynı zamanda.
                Son yıllarda EBA adlı proje çok yararlı oldu eğitim sistemine. Öğretmenlerin sınıflarında yaptıkları etkinlikleri sunabildikleri, öğrencilerin de kendi başlarınayken anlatılan dersleri izleyebildikleri ve etkinliklere katılabildikleri bir bilişim ağı. Öğretmenlerin çeşitli materyaller kullanarak dersleri daha iyi nasıl anlatabiliriz düşüncesiyle yaptıkları etkinlikler gayet güzel ve başarılı. Bunun bütün Türkiye' ye yayılan bir ağ olması da projenin ne kadar uygulanabilir olduğunu gösteriyor.
                Eskiden ders kitapları görsellikten uzak ve sırf bilgi doluydu. Artık ders kitaplarında görsellerin oranı arttı. Hatta bazı ders kitaplarına dinleme ve şarkı gibi etkinlikler de konuldu. Bu da eğitimde iyi yapabildiğimiz bir çalışma olarak gösterilebilir.Çocukların görsel olarak da öğrenme ihtiyacı olduğu göz ardı edilmeyi bıraktı. Ders kitaplarındaki yoğun ve strese sokan derslerin içerikleri azaltıldı ve dersler daha eğlenceli işlenmeye başlandı. Fatih projesiyle öğretmenlerin ve öğrencilerin derste etkin kullanabileceği materyaller sınıflara kuruldu. Öğretmenler ihtiyaçları olan görsel ve sesli kaynaklara rahatça erişebilir bir hale geldi. Lise öğrencilerine tablet dağıtıldı ve ders çalışma istekleri ve güdülenmeleri arttırılmaya çalışıldı. Bunlar da eğitimde iyi örnekler olarak karşımıza çıkıyor.
                Planetaryum adı verilen ve öğrencilerin de uzayı ve gezegenleri gözlemleme fırsatı bulabildikleri yeni bir sistem getirildi. Genellikle belediyelerin kendi bünyelerinde yaptıkları bu binalarda öğrenciler deneyim yaparak uzayı ve gökyüzünü tanıma fırsatı bulabildiler. Bu benim en çok ilgimi çeken ve daha da yaygınlaşması gereken bir yenilik. Çünkü artık yaparak yaşayarak öğrenmenin etkin olduğu günümüzde bu tür uygulamaların olması ve daha da yaygınlaşması gerekmektedir.
                Son yıllarda artan proje çalışmaları 'Bu Benim Eserim' gibi öğrencilerin proje çalışmalarına katılımı ve buluş yapma arayışına girmesi gayet güzel ve daha artmalı böyle projeler. TUBİTAK' ın düzenlemiş olduğu proje çalışmaları da öğrencileri hem teşvik edici hem de ülkemizin yarınlarını oluşturmada önemli adımlar olarak görülebilir ve bu daha da yaygınlaştırılmalıdır.
                 Eğitim sistemimizi hep yargılarız ve haklı olduğumuz noktalar da vardır. Ama şunu unutmayalım ki ülkemizde güzel şeyler de yapılmıyor değil. Yukarıda belirttiğim iyi örneklerin daha da fazla çoğaltılarak eğitim sistemimizin kalitesi ve kaliteli öğrenci yetiştirme oranımızın daha da üst seviyelere taşınmalıdır. Öğretmenlere uygulanan hizmet içi eğitimler daha da arttırılmalı ve öğretmenlerin dünyadaki yenilikleri ve yeni yaklaşımları takip etmesi sağlanmalıdır.

1 Mayıs 2017 Pazartesi

MERAKINIZI SESSİZE ALIN…


Son yıllarda teknolojinin ilerlemesiyle cep telefonu kullanmayan kimse kalmadı. Özellikle akıllı cep telefonlarının üretilmesiyle artık herkes elinden cep telefonunu düşürmez oldu. Bilgiye ulaşmanın çok kolay olması ve sosyal medyanın kullanımının artmasıyla cep telefonları hayatımızın büyük bir parçası haline geldi. Kafasını cep telefonundan kaldırmayan ve internetsiz yaşamayan insan topluluklarını görmemek mümkün değil.
Cep telefonu kullanımının yaygınlaşmasıyla insanlar kendilerini olduğundan daha değerli hissetmeye başladı. Sosyal medyada yaptıkları paylaşımlardan sonra gelen beğeni ve yorumlar insanların birincil görevlerini arka plana atmasına neden oldu. Bir öğrenci attığı bir video veya fotoğrafı ya da yaptığı bir yorumu şu kadar insan beğendi diye öğrencilik kimliğini ikinci plana bırakıp sosyal medyayı birinci plana koydu. Belki de ergenliğin getirdiği ilgi odağı olma isteği cep telefonu kullanımını körükleyen bir durumdu.
Artık sokaklarda önlerine bakmadan cep telefonuna bakarak giden insanlar ve başlarına gelen kazaları sık duyar olduk. Etrafındaki uyaranları hiçe sayarak sadece cep telefonuna odaklanmış insanlar. Hâlbuki bu durum insanların asosyalleştiğinin bir göstergesidir. İnsanlar hayatlarını cep telefonundan ibaret olarak görür oldu. Özellikle gençler ve çocuklar cep telefonlarının esiri oldu. Çünkü cep telefonu, onların boş zamanını değerlendirdiği, sosyal medyada paylaşım yapıp kendilerini değerli hissettikleri ve çevrelerinde göremedikleri ilgiyi sanal dünyada sağlamaya çalıştıkları bir çıkış kapısı olarak görülmeye başlandı.
Okullarda cep telefonu kullanımı konusuna biraz değinmek istiyorum şimdi. Önceleri okullara cep telefonu getirmek yasaktı ve öğrenciler gizli gizli sokmaya çalışırlardı okullara cep telefonunu. Daha sonra cep telefonunu kullanımının daha da yaygınlaşmasıyla, öğrencilerin okullara cep telefonu sokmasına izin verildi. Yayınlanan son yönetmeliklerle derste cep telefonu kullanımın yasak olduğu ve disiplin cezası verileceği belirtildi. Peki bu yasaklar acaba öğrenciler için ne kadar caydırıcı olabildi? Öğretmenlerinin görüntülerini gizli gizli videoya alandan tutun da okulun son dönemlerinde sınıfının resmini çekip sosyal medyada paylaşan öğrencinin öğretmeninin, utancından emekliliğini istemesi gibi durumlarda görüldü. Öğretmenlerin en çok şikayet ettikleri konulardan biri de öğrencilerin fazla oyun oynamaktan ders çalışmadıkları. Zaten cep telefonu bilgisayar oyunu, messenger, konuşma, görüntülü konuşma gibi birçok özelliği içinde topladığı için öğrenciye artık oyun oynamak için bilgisayar değil cep telefonu yetiyor. Ailelerin çoğu da bundan şikayetçi ve bu konuda caydırıcı önlemler alamıyorlar.
Okullarda sadece öğrenciler cep telefonu kullanıyor  yanılgısına da düşmemek gerekir. Öğretmenler de cep telefonunu aşırı kullanan insan topluluğu içinde. Sınıfta ders işlerken cep telefonuyla konuşan ve hem dersindeki öğrencilerine hem de mesleğine etik olarak bağlılık göstermeyen öğretmenler de mevcut. Çoğu velimden, hocam sizi arıyoruz neden açmıyorsunuz diye şikayet aldığım oluyor. Derste ararsanız açmamam normal cevabını verdiğimde, haklısınız hocam diye cevap veriyorlar. Bu da onların derste cep telefonunun açılmaması gerektiğini düşündüğünü fakat uygulamada sıkıntı olduğunu gösteriyor. Aslında onlar da durumun farkında cep telefonunun dersten önemli olmadığının.
              İnsanlar birinci görevlerini ve kimliklerini unutmamalı. Cep telefonu kullanımı bir amaç değil araçtır. Gerekirse yaptırım uygulayarak cep telefonu kullanımı adı altında işini ikinci plana alan insanların önüne geçilmelidir. Cep telefonundan gelen bir haber veya bir mesaj o an yaptığınız işten daha önemli ve değerli olmamalıdır. Kim ne yazmış, kim ne yorum yapmış, kim kiminle beraber gibi haberlere olan merakınız işinizin ve yapmanız gereken şeylerin önüne geçmesin. Bir zahmet merakınızı sessize alın…

26 Nisan 2017 Çarşamba

SABIR ACIDIR MEYVESİ TATLIDIR

                Bir öğretmen düşünün her akşam öğrencisi montunun fermuarını kapatamıyor ve her akşam öğrencisinin fermuarını kapatıyor hiç söylenmeden ve yakınmadan yapıyor bunu. Bu ilgi sadece montun fermuarıyla sınırlı kalmıyor elbette. Ya çürük olan kalemin ucunu açacak açmazsa ne yapacak. Elbette öğretmen çakı bıçağıyla açıyor kalemin ucunu gene hiç yakınmadan. Bu bahsettiklerim devede kulak kalır öğretmenin öğrencisi için sabır göstererek yaptığı davranışlara.
                Eğitimin vazgeçilmez unsurudur sabır. Sabırla öğrenir öğrenciler. Sabırla dersin sonun gelmesini beklerler. Sabırla kendilerine verilen görevi yerine getirmeye çalışırlar. Öğretmenler de sabırla ders anlatırlar öğrencilerine. Öğrencilerin şikayetleri ve sorunları olursa sabırla dinlerler. Bence öğretmenin olmazsa olmazıdır sabır. Çünkü bir öğrenci demir gibi zamanla ve eğitimle dövülerek şekillenir. Ne kadar emek harcarsan o kadar güzel bir çelik üretirsin. Paslanmayacak ve işledikçe ışıldayacaktır.
                Bizler insan olarak hayatta karşılaştığımız birçok olay karşısında sabır gösteririz.  Evimizde, işimizde çeşitli sorunlarla karşılaşırız ve üstesinden gelmek için çaba harcarız. Okulda öğrencilerin her biri bir bireydir ve kendilerince sorunları vardır. Bu sorunları çözme işi de okulda öğretmene düşmektedir. Öğretmen bazen her öğrenciyi dinlemek zorunda kalabilir ve bu büyük bir hoşgörü ve sabır gerektirecektir. Öğretmenin gösterdiği bu sabrı bazen anne baba bile kendi çocuğuna gösterememektedir.
                İlk okuma- yazma dersinde özellikle en önemli unsurdur sabır. Öğrencilerin okuma yazmayı öğrenmeleri için emek harcamak ve emeğinin karşılığını almayı beklemek. Yazılan yamuk yumuk yazıların düzelmesini beklemek ve düzeltmek için çaba harcamak. Sadece öğretmene düşmez burada görev evde anne ve babaya, okulda öğretmene ve öğrenciye düşer sabırla çalışmak.
                Eğitimde sabır sadece öğretmenin gösterdiği bir duygu değildir. Anne baba da özellikle çocuklarının büyümesini ve geçtiği eğitim evrelerini sabırla takip etmektedir. Veliler,  çocuklarının eğitim hayatlarını bir iple kazak dokur gibi sabırla izlemekte ve çocuklarına destek olmaktadırlar. Özellikle eğitim öğrenciye yapılan bir yatırımdır ve onun karşılığını altın veya dövize yaptığın yatırım gibi hemen alamazsın. Beklemeli ve sonucu görmelisin. İnsan yetiştirmek de bunu gerektirir. İnsanların gelişimini izlemek ve emeklerini karşılığını almak uzun ve zorlu bir yoldur. Bu yolda tökezlediğin zamanlarda olacaktır ya da hızlı koşarak geçtiğin patikalar. Sabır anahtarı devreye girmektedir burada.
                Sabır acıdır ve meyvesi tatlıdır. Ne kadar sabırlı davranırsan o kadar yüksek verim alabilirsin eğitimden. Eğitim ağacındaki öğrenci meyveleri olgunlaştıkça daha da tatlanacak ve sabırla suladığın için yorulacaksın sen öğretmenim. Vakti gelip de dalından düştükleri zaman sabır gösterdiğin eğitimli bireyler tadından yenmeyecek meyve gibi olacaktır.

17 Nisan 2017 Pazartesi

ÖĞRETMEN VE VELİ ARASINDA KALAN ÖĞRENCİ

                Eğitim hayatı boyunca babası veli toplantısına saysan iki kere gelmiş olan biri olarak bugün sizlere bir şeyler karalamak istedim. Hep deriz eğitimin olmazsa olmazı öğretmen,öğrenci ve veli diye. Bunlardan birinde eksik bir yanın bulunması eğitimde aksaklıklar olacağına işarettir. Eğitim, bu üç etmenin birleşmesi ve iyi bir ilişki içinde olmasıyla kaliteli bir hal alacaktır.
                Eğitim sistemimizce yarışa sokulan değerli öğrencilerimiz okul ve aile arasında mekik dokumaktadırlar. Okulun vermek istediği eğitimi aile kabul etmezse, ailenin kabul ettiğini okul uygulamazsa öğrenci hep muallakta kalacaktır. Okul hayatın kendisidir felsefesini uygulamaya çalıştığını belirten eğitim sistemimiz öğrencileri hayat hazırlarken sanırım ailelerini es geçiyor. Velisinden bihaber olan öğretmenlerimiz ile öğretmenini tanımayan velilerimiz var hala.Son dönemlerde veli ziyareti adı altında öğretmenin ve velilerin kaynaşması, öğretmenlerin öğrencilerin aileleriyle tanışması, onların durumlarını gözlemlemesi ve ekonomik durumlarından haberdar olması için çalışmalar yapılmaktadır. Bu güzel bir uygulamadır fakat bu uygulama çoğu yerde su üstünde kalmaktadır ve gerektiği kadar önem verilmemektedir. Bir öğretmenin velisini tanımama ve haberi olmama gibi bir lüksü yoktur. Bir velinin de öğrencisinin durumunu bilmeme, ilgilenmeme ve sorunlarına yardımcı olmama gibi bir lüksü yoktur.
                Yoğun tempo içerisinde olan öğrenci eğer bu yükü taşırken velisinden ve öğretmeninden yardım alamazsa tökezleyecektir. Evinde çalışma odasını bırak, çalışma masası bulunmayan birçok öğrenci vardır. Ailelerinin bu konuda öğrencilere ders çalışabileceği ortamlar yaratması gerekmektedir. Eğer öğrenci çalışma yapması gereken ilk adım olan uygun ortamı göremezse, isteksiz ve ilgisiz olacaktır. Velilerin öğretmenle bu gibi konuları sürekli konuşup takım çalışması halinde olması gerekir. Tabiri caizse velilerin öğretmenin peşinde koşup çocukları için ilgi beklemesi gerekirken, öğretmenler velilere çocuklarıyla ilgilensinler diye yalvarır hale geldiler. Öğrenci ve veli arasında hep öğretmen oldu ve öğretmenler çocuğunu tam anlamıyla tanımayan veli ile öğrencileri arasında bir köprü konumunu aldı.
                Son zamanlarda  veliler öğrenci ile ilgili olumsuz bir durum gözleyince suçu öğretmene atmaya başladılar. Bunda eğitim sisteminin öğrenciyi ön plana alıp öğretmeni birçok yönden zan altında bırakması etkili oldu. Düşük not alınca hocam neden düşük not aldı diyen veliler, iyi not alınca benim çocuğum başardı diyen veliler gibi buna birçok örnek gösterebiliriz. Okulda çocuğu kavga edince suçlu olan gene öğretmen oldu. Çocuk düşüp bir yerini yaralayınca ilgilenmeyen gene öğretmen oldu. Bunun nedeni öğretmeni iyi tanımayan velilerdir. Bilinçsiz veliler öğretmeni çocuğuyla ilgilenmeyen ve art niyetli olarak görürse suçu hep öğretmende bulurlar. Bu yüzden veli öğretmen ilişkilerinin de seviyeli ve kararında olması gerekmektedir.
                Öğrencilerin yapması gereken işleri veliler yapmaya başladı. Veliler öğrencilerinden haberdar olmadıkları için, görevi kendileri yapınca çocuğun öğrenebildiğini sanmaya başladılar. Öğrenciler eskiden kıymetsiz gibi görünüyordu şimdi de aşırı değerli. Çocuğum bunalmasın ve  zorlanmasın diye veliler yapar oldu ev görevlerini. Çocuğunu okula getirip götürmeyi bile marifet sayan ve ilgili veli olduklarını düşünen veli yapısı oluşmaya başladı. Veli sadece bir sorun olursa okula uğrama ihtiyacı duyan bir birey değildir. Veli çocuğunu takibini düzenli yapan ve çocuğuyla her konuda ilgilenen bireydir. Zaten öğretmen velisi ne kadar ilgilenirse öğrencide meydana gelen değişimleri gözlemler ve bunu velisine aktarır.

                Son olarak öğretmen de velileri ile ilişkilerini tarafsız ve herkese eşit davranacak şekilde düzenlemelidir. Bazı veliler öğretmene fazla değer vererek çocuğuyla daha fazla ilgilenmesini isteyebilmektedir. Adil bir öğretmen velisiyle arkadaşım diye veya tam tersi kavgalıyım diye onun çocuğuna diğerlerine davrandığından daha fazla ya da daha az ilgi göstermemelidir. Fakat velilerin öğrencileri ile ilgilenmesi her öğretmenin hoşuna gitmektedir. Siz veliler çocuğunuzu kendiniz ve öğretmen arasında bir pinpon topu gibi oradan oraya savurmayın. Öğrencilerinizin ilgi ve ihtiyaçları ile ilgilenin. Çünkü bir öğretmen iyi tanıyamadığı her öğrenciye aynı ilgiyi gösteremeyecektir. Öğretmenin öğrencinizi daha iyi tanımasını sağlayın. Öğrencinin ihtiyaçlarını ve beklentileri öğretmeninize belirtin ve öğretmenlerle ilişkinizi seviyeli tutun ve yeteri kadar geliştirmeye özen gösterin. Yavrularımız bizim geleceğimizdir. Geleceğimizi de hep beraber el ele kuracağız.

12 Nisan 2017 Çarşamba

ÖĞRETMEN ALIMINDA MÜLAKATIN İŞLEVİ

Mülakat, iş yaşamında insanların bir işe uygunluğunu görüşme yoluyla  ölçmeye yarayan bir seçme yöntemidir. Türkiye’ de özellikle özel sektörün uyguladığı bu yöntem, yurtdışında iş hayatının her alanında işe alımlarda uygulanmaktadır. İnsanların kendini ifade etme becerilerini, anlama, anlatma ve konuşma becerilerini ölçmek için idealdir. Kişinin birçok yönü işe uygunluğu açısından sınanabilir mülakat sistemiyle.
Türkiye’ de son zamanlarda pek çok tepki çekti mülakatın öğretmen alımında uygulanması. İnsanlar mülakat şartı gelmesinden yakınıyor çünkü pilot uygulaması yapılmadı ve hemen uygulanmaya konuldu. Ülkemizde insanların birbirlerine güveni olmadığı için öğretmen alımında mülakat sistemi uygulanırken sıkıntılar çıkacağından bahsedildi. Geleceğinizi emanet edeceğiniz nesillere eğitim verecek olan öğretmenin mülakata tabi olması neden bu kadar büyük tepki çekti? Bunun nedenlerini öğrencilerin bir stresi daha kaldırmak istememelerine de bağlayabiliriz. Çünkü üniversite bitirip, KPSS’ ye girip yeterli sıralamaya girip, tekrar bir de mülakat için hazırlanmak çok zorlu ve meşakkatli bir süreç. İkinci olarak insanlar mülakat komisyonunda bağlantısı olan kişilerin sınavdan düşük not alsalar bile emeğiyle sınavdan yüksek puan alanları geçeceğini düşünüyorlar. Bu yüzden tepeden düşer gibi gelen mülakat sistemi çok tepkilere neden oldu ve hala olmakta.
Acaba mülakat sistemi üniversiteye alım zamanı yapılsa ve insanlar yetenekleri ve ilgileri doğrultusunda başarılı olabilecekleri alanları seçebilse daha iyi olmaz mıydı? Mülakatlara kriterler konulsa ve insanlar başarılı olabilecekleri alanlarda ilerleme fırsatı bulurlar ve daha faydalı işler yapabilirler. Güzel Sanatlar Fakültesinde ve Spor Yüksek Okullarında mülakat benzeri yetenekleri ölçen sınavlar yapılmakta ve eğer kişiler yetenekli ve başarılılarsa okullara kabul edilmekteler. Öğretmenlik mesleği için de gerekli olan düşündüğünü anlatabilme, düzgün konuşabilme, sabırlı olabilme gibi yetenekler en başında üniversiteye girişte yapılsa daha yeterlilik sahibi öğretmenler yetişebilir. Öğretmen adaylarının üniversitede de bir takım yeterlilikler kazanacağı kaçınılmaz bir gerçektir fakat öğretmenliğe yatkın kişileri tam anlamıyla seçip üniversitede gelişimlerini sağlamak daha mantıklı olacaktır.
Mülakat büyük bir hazırlık gerektirir hem komisyondaki kişilerin seçim aşaması için hem de mülakata girecek olan adaylar için. Komisyonun alanında uzman kişilerden ve mutlaka psikoloji uzmanından oluşması gerekir. Psikoloji öğretmenlik mesleği açısından önemlidir. Çünkü insanla uğraşan bir meslektir öğretmenlik. Ergen ve çocuk psikolojisinden anlayabilmelidir öğretmen. KPSS ile sadece bilgi ve zekâsını ölçebilirsin öğretmenin fakat öğretmenlik için gereken diğer özelliklerini ölçmemiz mümkün değildir. O yüzden mülakat bu konuda gereklidir.
Bir öğretmenin zeki ve çözüm odaklı olması gerekir. Bu özellikleri ölçmek sadece okuduğunu anlamaya ve bilgiye dayalı bir sınavla gerçekleşmesi zordur. İlgileri, davranışları ve düşüncelerinin de bilinmesi gerekir. Bu zorunluluklar da mülakatın gerekli olduğu göstermektedir. Fakat şuan öğretmen alımında mülakatın her öğretmenin 15 dakika süresi olacak şekilde uygulanması ve oldu bittiye getirilmesi yanlıştır. Gerektiği gibi ince eleyip sık dokunarak ve her kesin eşit ve adil bir şekilde sınandığı bir mülakat sistemi gerekmektedir.
Öğretmenlik mesleği hafife alınacak bir meslek değildir. Kendini yetiştirmiş ve gerçekten öğretmenliğe ilgisi olan kişilerin seçilmesi gerekmektedir. Adaletli bir mülakat sistemi ihtiyacımız olan sınama durumudur ve gereklidir. Hakkıyla ve gereği gibi yapılan bir mülakat sistemi,  sadece sınavla yapılan işe alım sisteminden daha faydalıdır. Fakat ülkemizde tek başına mülakat şuan için yeterli değildir. Yazılı sınavdan belirli puan almış kişilerin bir de mülakata girip oradan yeterli puan alması daha adaletli görülmektedir. İlerleyen süreçlerde mülakat sistemi profesyonelce uygulanmaya başladığı zaman belki de sınava girmeden direkt eğitim fakültesi veya pedagojik formasyon alan öğretmen adaylarının sadece mülakata girip işe alınması da gerçekleşebilir. Çünkü eğitim fakültesini bitiren bir kişi öğretmen olmaya hak kazanmıştır. Ya eğitim fakülteleri iyice denetlenmeli ve herkesi mezun olmasına izin verilmemeli ya da mülakatsız öğrenci alımı yapılmamalıdır fakültelere.

5 Nisan 2017 Çarşamba

ÇALIŞMAK SADECE TERLEMEK MİDİR?

Son zamanlarda öğretmenler çalışmıyor diye bir algı oluştu. Girdiği ders saati az olduğu için çalışmıyor diye düşünülüyor öğretmenler.  Öğretmenler kendilerinden isteneni eksik mi yaptılar da çalışmıyor ilan edildiler. Neden öğretmenlerin yaptığı iş küçümsendi?  Çalışmak sadece işin uzun sürmesi midir? İnşaatta usta çalışır sonucunda ev oluşur. Tarlada çiftçi çalışır sonucunda ürün oluşur. Ne kadar çok ürün elde edilmişse o kadar çok çalışmış deriz çiftçi için. Fakat öğretmenin çalıştığını veya çalışmadığını sadece girdiği ders saatine göre değerlendirmek çok yanlıştır. Öğretmenin işini sadece okulla sınırlandırmak yanlıştır çünkü öğretmenin diğer mesleklerde olduğu gibi eve iş götürmeme gibi bir lüksü yoktur.
Öğretmenlerin çalışmıyor görünmesi mevcut sistemin eksikliği mi yoksa öğretmenlerin kendi eksikliği mi? Belki de değerlendirme yaparken ilk sormamız gereken soru budur. Eğitim sisteminin de öğretmenlere kendilerini geliştirmelerini ve daha etkin olmalarını sağlamak için koşullar öne sürmesi ve eğitilmelerini sağlaması gerekmektedir. Kendini geliştirmeyen öğretmen çağdaşlarından geri kalır ve çalıştığını varsayarak iş yaşamına devam eder. Bu durum da öğretmeni, kendini yenilemediği için yeteri kadar çalışmıyor gösterecektir. Yeni eğitim yaklaşımları öğretmeni daha fazla düşünmeye, aklını ve becerilerini pratik olarak kullanmaya teşvik eden bir sistemi getirmiştir. Derse hazırlıklı gitmeden etkin ve anlamlı bir ders işlemek mümkün değildir. Öğretmenin dersi iyi bir şekilde planlaması ve öğrencileri yönlendirmesi gerekmektedir. Öğretmenin gelişigüzel ders işlemesi diye bir durum söz konusu olmamalıdır.
Okul çıkışı,  ben bugün hazırlığımı iyi yaptım ve birçok etkinlik yaptık diyen öğretmen dersin her dakikasının hakkını vermiş demektir. Çalışmayı sadece zamanla değil verimli nasıl çalışılır sorusuyla ölçebiliriz. Kulvarları farklı olan işleri aynı kriterlerle değerlendirmek ve kıyaslamak anlamlı olmaz. Günde 8 saat çalışan bir memurla günde 6 saat derse yapan bir öğretmenin kıyaslanması doğru değildir. Memurun her dakika iş yoğunluğu olmayacaktır fakat öğretmen öğrencisiyle her dakika ilgilenmek zorundadır. Çünkü eğitim işi insanların etkileşim içinde olduğu bir iştir. Diğer iş kollarıyla öğretmenlerin kıyaslanması bu bakımdan doğru değildir.
Bana göre öğretmenlerin eksiği ise kendilerini geliştirmemeleri ve yenilikleri takip etmemeleridir. Bu yüzden eğitim sistemine öğretmenleri teşvik edici bir sistem eklenmelidir. Öğretmenler kendilerini geliştirmeye çalışıp çalışmamalarına göre ve öğrencilere sağladıkları katkıya göre de değerlendirilmelidir. Dünyanın birçok ülkesinde öğretmenler sürekli hizmet içi eğitimler almakta hatta yüksek lisans yapmayan öğretmenlerin sözleşmeleri feshedilmektedir. Eğitimden kalite almak, kendini yenilemekle ve işbirliği içinde çalışmakla mümkün olmaktadır. Öğretmenler eğitimin sürekli yenilenen ve gelişen bir olgu olduğunu unutmamalıdır.

Öğretmenler acaba neden kendilerini geliştirmek ve daha etkin bir öğretmen olmak için çaba harcamıyor? Öğretmenlik mesleğine verilen değerin azalması nedeniyle öğretmenler de artık kendi mesleklerine verdikleri değeri düşürmeye başladı. Ekonomik olarak iyileştirme yapılmayan öğretmenlik mesleği bir kariyer mesleği olma halinden çıkıp, yeterli maaş ve saatleri belli olan bir meslek haline geldi. Özveri ve emek harcamak bazı öğretmenlere zor gelmeye başladı. Öğretmenliğin kutsallığı da buradan gelmiyor mu? Yani öğretmenin vicdan muhasebesi yaptığı ve öğrencileri kendi evlatları gibi gördüğü bir meslek. Mesleğine ne kadar saygı duyarsan başkaları da o kadar saygı duyar. Öğretmenlik mesleği gibi eki çağlardan günümüze süregelmiş bir mesleği yapıyorsak, sürekli kendimizi geliştirmeli, plan ve programımızı iyi şekilde yapmamız gerekmektedir. Hizmet içi eğitimlere katılmalı ve gelişen yeniliklerden haberdar olmamız gerekmektedir. Bu şekilde etkin ve çalışkan bir öğretmen olabiliriz. Çünkü, sadece ders saatini doldurup yoruldum demekle çalışkanlık olmaz.

29 Mart 2017 Çarşamba

KARŞISINA İYİ BİR ÖĞRETMEN ÇIKAN ÇOCUK

Köyde yaşıyordum o zamanlar. Babam, abinle yarın git okula kayıt ol dediğinde şaşırmıştım ve çok heyecanlanmıştım. Abime imrenirdim  hep okula gidiyor diye. O gece hiç sabah olmak bilmedi. Okul yaklaşık 1 km uzaktı evimize. Yürüyerek gittik abimle. Okulun kapısından girince uzun boylu ve güler yüzlü, bıyıklı  biri karşıladı bizi. Abimi tanıyordu. Abim, öğretmene kayıt yapmaya geldiğimizi söyledi. Öğretmen bana dönüp gülümseyerek:
-          - Senin pantolonun çok güzel. Benimkini sana vereyim, seninkini bana ver, demişti.
Ben de:
-          - Senin pantolonun bana olmaz benimki sana olmaz, demiştim. Orada bulunan masanın üstündeki dosyaya bir şeyler yazıp bizi eve göndermişti.
      Akşam olunca babamdan öğrendim, beni okula kayıt etmişler. Babamın dediğine göre yaşım küçük olmasına rağmen, akıllı olduğumu düşündüğü için kaydetmişti beni okula öğretmen. O gün öğretmenimle tanıştığım gündü. Öğretmenlik mesleğini sevdiren insandı bana. Şimdi ise onun yerinde ben varım ve bir binayı aydınlatmaya çalışan mum ışığıyım. Öğretmenim ve yollarını aydınlatmaya çalışıyorum ışığımla bir köyde yaşayan minik kalplerin.  Acaba hafızalarına kazırlar mı beni, benim öğretmenimi kazıdığım kadar?
                 
            Öğretmenlikten bahsetmek istiyorum biraz da. Öğretmenliği, görev yapacağın okulunu gördüğü  anda başlayan ve her geçen gün artan tecrübelerinle, eline bırakılmış, bilgiye aç ve merak eden öğrencilere hayatı tanıtmak, insanlığı öğrenmelerine yardımcı olmak diye tanımlayabilirim. Yıllarca ekersin tarlaya fidanlarını ve beklersin. Bilgiyle ve sevgiyle sularsın, hayatta karşılaşacakları zorluklara dayanabilsinler diye destek olursun ve sonra meyvelerini toplarsın. Sabır işidir öğretmenlik,  ürününü hemen alamazsın tarladan. Uzun vadeli yatırımdır eğitime yapılan yatırım. Ama hep kazandırır ve kazancını göremese de öğretmen yeni fidanlar yetiştirmek için yeniden işe koyulur. Kutsal meslektir öğretmenlik. Öğrencine çocuğundan çok değer verirsin bazen çünkü sana verilen bir emanettir o. Öğrenciler öğretmenden ötürü sever okulunu ve sınıfını. Anne ve baba şefkati verir öğretmen okulda öğrencilerine. Bazen öyle alışırlar ki öğrencilerin sana dilleri sürçüp anne, baba dedikleri olur öğretmenim demeleri gerekirken.
                
            Peki ya Türkiye’ de öğretmen olmak için neler yapmak gerekli?  Öğretmen olma yolu uzun ve meşakkatli bir yoldur. Bu yolda atlatman gereken birçok sınav vardır. Liseyi bitirince YGS ve LYS. Ardından üniversite, vize ve finaller. Üniversite bittikten sonra KPSS ve mülakat sınavları. Bitmedi, ardından 1 yıl boyunca aday öğretmenlik süreci sonunda yazılı ve sözlü sınav. Bütün bunları geçtikten sonra asil bir öğretmen oluyorsun kâğıt üzerinde. Önce atandığın yeri yadırgarsın. Zor şartlar altında öğretmenlik yapmak zorundasındır. Belki bir dağ köyüdür belki de güvenliğin tehlikededir. Uyum süreci de zor olabilir. Ama sabredersin ve öğrencilerine sarılırsın, ailen olurlar. Öğretmenliği o zaman tatmaya başlarsın işte. Bence öğretmenlik mesleği sahada öğrenilen ve 5 yıldan sonra esas amacını kavrayabildiğin bir meslek. Tecrübeler önemli bu meslekte ve her tecrübe seni bir demir gibi işler.
            
             Bu kadar zorluğun ardından insanın aklına şu soru geliyor: Öğretmenlere değer veriliyor mu acaba? Kendi adıma konuşmam gerekirse mesleğine ne kadar değer verirsen o kadar değer görürsün. Bence benim ne kadar değer verdiğim önemli. Başkasının gözünde belki de çocuk bakıcısı oluyorumdur belki de az çalışan bir işçi, bence aksine vatana millete hayırlı bireyler yetiştiremeye çabalayan biridir öğretmen.


 Çağımızda artık öğretmenlik mesleği bilgiyi aktarmaktan ziyade bilgiyi buldurmaya ve öğrenmeye yardım eden bir rehber konumunda. Fakat bu mesleğin rolleri ne denli değişse de saygınlığını kaybettirmemek lazım. Son zamanlarda yapılan en güvenilir meslek anketlerinde öğretmenlik mesleğinin 3. Sırada çıkması da toplumun öğretmenlere hala güvendiğinin bir kanıtıdır. Sen öğretmen olarak sana güvenen ve sana inanan insanlara rol model olmalısın. Bunu kavrayamayan ve öğretmenliği sadece okul binasından girince başlatıp çıkınca bırakmayı düşünen kişilerin bu mesleği yapmaması gerekir. Öğretmenlik okul zili çalınınca üstümüzden çıkarıp asacağımız bir manto değil. Sosyal yaşantımızda da parmakla gösterildiğimiz bir meslek. Mesleğin onuruna yakışır bir şekilde yaşamak da biz öğretmenlere düşmektedir. 

Ben bir sanatçıyım resim çizerim,
Öğrencilerim, tuvalimdeki renklerimdir benim.
Bazen bir mavi deniz olur, bazen bir damla güneş,
Hiçbirini incitmem hepsi değerlim.

Ben bir çiftçiyim fidanlarım var benim,
Fidanlar hassas olur kıymet veririm,
Bilgiyle besler sabırla bekler, severim,
Öğrencilerdir topladığım taze meyvelerim.

22 Mart 2017 Çarşamba

Bir Damla Merhamet Belki Sandığımızdan Fazla Anlam Taşır

İyi insanlardan bahsederken, çoğu kez çok merhametli ve vicdanlıdır kelimesini kullanırız. Burada da iyi bir insanda bulunması gereken özelliklerin başında gelen erdemlerden birinin merhamet duygusu olduğunu görmekteyiz. Merhamettir içimizdeki şefkati ve sevgiyi karşımızdakine gösterme yolu. Bazen bir sokak köpeğine, bazen kurumaya yüz tutmuş bir çiçeğe bazen de değer verdiğimiz insanlara karşı merhamet gösteririz.

Ya öğretmenler, merhamet duygusuyla beslenen o kutsal mesleğin parçaları? Onların merhametli olduğunu nasıl anlarız? Merhamet bazen, ‘Öğretmenim anlayamadım’ diyerek kısık gözlerle bize bakan bir çocuğa usanmadan bıkmadan tekrar tekrar anlattığımız konudur. Bazen de ödevimi yapamadım diyen bir öğrenciye anlayışla yaklaşarak gösterdiğimiz şefkattir. Öğretmenin merhametli olması, öğrencisine acıması değil ona değer vermesidir. Eğitimde merhamet öğretmenin bir hamurun mayalanmasını beklerken gösterdiği sabrı öğrencinin öğrenmesini beklerken de gösterebilmesidir. Öğretmenin öğrencisine gösterebileceği en büyük merhamet budur belki.

Merhamet duygusuna sahip olan öğretmen öğrencinin vaktinden çalmaz ve dersinin hakkını vererek dersini işler. Dünyayı keşfetmek ve anlamlandırmak için bizim verdiğimiz eğitime ihtiyacı vardır çünkü öğrencinin. Merhametli olan öğretmen öğrencilerinin sınıf dışındaki konumlarını sınıfın kapısından içeri sokmaz. Sosyal statülerine ve ekonomik düzeylerine göre ayrım yapmaz. Bir öğretmen, pasaklı ve eski elbise giyiyor diye temiz ve düzgün elbiseler giyen öğrencilere farklı davranmamalıdır. Merhametli bir öğretmen her öğrencisine aynı derecede seven ve değer gösterendir. Peki neden biz öğretmenler merhamet duygularımızı kaybetmeye başladık? Neden annesinin, babasının sosyal statüsüne göre, okul başarısına göre ayrım yapmaya başladık öğrencilere? Bu paraya bu kadar ders anlatılır’ diyen öğretmenlere şahit olduk. Öğrencinin o yeni tanıştığı ve anlamlandırmaya çalıştığı dünyasına katamadığımız doğruları bir kenara bırakamayız. Her ayın başında aldığımız kağıt parçasına ve sosyal statümüze göre davranamayız öğrencilere. Davranırsak eğer, bu bizim merhamet duygumuzun yerini para ve statünün almaya başladığını gösterir.

Merhamet ve hoşgörü ortamı olan bir sınıfta öğrenciler, işbirliği yaparak takım ruhuyla  eğitim görürler. Öğretmenini model alan öğrenciler toplumda ve çevrelerinde gördükleri güzel örnekleri sergiler. Öğretmeninin merhamet ve şefkatle yaklaştığı öğrenci, başkalarına da merhamet ve şefkatle yaklaşır. Çünkü eğitim sadece okulda sınırlı değildir ve toplumun her alanını kapsar. Öğretmenin merhametle yoğurduğu sabrı öğrencinin toplumda yararlı bir birey olmasına yardım edecektir. Belki de bir damla merhamet çoğalıp deniz derya olacaktır.

 Atalarımızın bir sözüyle bitirmek istiyorum yazımı. ’Sakın bir çiviyi küçümseme. Bir çivi bir nalı, nal bir atı, at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu koca bir ülkeyi kurtarır.’ Öğretmenim merhamet etmekten çekinme ve her öğrencine aynı şefkati göster. Bu seni alçaltmaz aksine yüceltir ve değerli kılar.

Merhamet en etkili silahtır; kalbe kadar işler ve ebediyete kadar iyileşmeyecek yaralar açar. (Lavigerie)

16 Mart 2017 Perşembe

Öğretmenlik Ruhumuzda Var

Hakim sorar:
-Suçunu işlerken bilincin yerinde miydi?
Zanlı:
-Bilinçsizce işledim suçumu, amacım başkasına zarar vermek değildi.
Yukarıda anlattığım olay yaptığı suçun sorumluluklarını bilmeyen ve karşılaşacağı durumları hesaba katmayan bir insanın ifadesi. Fakat, bir öğretmenin ben dersimi bilinçsizce işledim ve önem vermediğim için öğrencilerin haklarını çiğnedim deme lüksü olamaz ve olmamalıdır.
Yaşamımızın her alanında bilinç kelimesi ile karşılaşırız. Vatandaşlık bilinci, toplum bilinci, sorumluluk bilinci gibi. Bilinç, insanların yaptıklarının farkında olarak ve önemini bilerek yapmasıdır. Bir bakıma yaptıkları işlerin sorumluluğunu alması ve ona göre davranmasıdır. Bu yüzden önemlidir bilinçli toplum yetiştirmek. Bu yüzden önemlidir insanların atacakları adımları amaçlarına uygun ve toplumlarına fayda sağlamak için atması. Bilinçli öğretmen de mesleğinin önemini bilen ve mesleğinin gerektirdiği sorumluluğu taşıyabilen öğretmendir.
Dersine hazırlıklı giden, planını ve programını bilen, öğrencilerin de birey olarak hakları olduğunu bilen ve ona göre davranan öğretmendir bilinçli öğretmen. Çünkü kendine sorumluluğu verilmiş öğrencilerin değerli olduğunu bilir. Benzetmek gerekirse, hepsi birer taş parçasıdır aslında öğrencilerin ve öğretmen onlara hazırladığı malzemelerle şekil verir. Bilmelidir ki işlemediği taşlar bir kenarda unutulmaya mahkum olacak ve kararacak. İşlediği taşlar ise belki yakut, zümrüt, altın olacak. Bu bilinçte olmalı öğretmen, mesleğine değer vermeli.  Değer verilen önemsenen şeyler  güzeldir hayatta. Öğrenciler de öğretmenlerinin bilinçli davranışlarını örnek alır ve yaptıkları işi en iyi şekilde yapmaya çalışır. Şüphesiz öğretmen onlara bilinçli bir vatandaş modeli olarak yol gösterirse.
Bir futbol maçını örnek verelim. Takımdaki futbolcular iyi oynarsa,’ takım ruhu iyiydi ve futbolcular alacakları puanların ne kadar önemli olduğunun bilincindeydi’ der yorumcular. Takım ruhunu yakalamışlardı derler. Öğretmenler de ileride toplumun parçası olacak ve toplumu yüceltecek olan öğrencilerin ne kadar değerli olduğunun bilincinde olmalı. Öğretmenlik ruhunu derslerine ve yapacakları çalışmalarda yansıtmalı. Ruhsuzca ve önemsenmeden verilen bir eğitim sadece yazıda ve görüntüde kalır.
Sabah ders girişi öğrencimin yanıma gelip:
-          Öğretmenim şeker alır mısınız?
Öğretmen:
-          Ne zahmet ettin canım?
Öğrenci:
-          Öğretmenim siz öğretmensiniz ve ben sizi çok seviyorum.
Yukarıda anlattığım örnekte öğrencim öğretmenini sevdiği bilincinde ve bu bilinçle fedakarlık yapıyor. Bu da sadece yaptığımız işte değil davranışlarımızda ve duygularımızı ifade ederken bile bilinçli olmamız gerektiğini vurguluyor.
                Bilinçli bireyler toplumu yüceltir ve düzeni sağlar. Bilinçli öğretmenler  kutsal olan öğretmenlik mesleğine ve ruhuna yaraşır biçimde fidanları olan öğrencileri orman olarak tabir edebileceğimiz toplumun ağaçları olarak yetiştirir. Öğretmen model olursa öğrencisine bilinçli nesiller yetişir. Öğretmenlerin gerek okulda gerekse çevrelerinde meslek bilincini ve ruhunu taşıması gerekir.
                 Siz sevgili ve değerli öğretmenlerden ricam, ’ Sen nasıl öğretmensin?’ dedirtmeyin ve dedirtecek duruma düşmeyin.

                

1 Mart 2017 Çarşamba

Öğretmenin Tarafı, Tarafsızlıktan Yana Olmalı

Öğretmenin tarafsızlığı, mesleki etik açısından büyük önem taşımaktadır. Tarafsız olmak için, insanların duygularını ve inançlarını değil aklını ve vicdanını kullanması gerekmektedir. Eğitimde kişisel inanç ve tutumların işin içine girme durumu vardır. Öğretmenler okulda sorumlu olduğu programın yanı sıra kişisel görüş ve değerlerini de öğrencilere benimsetmeye çalışabilir. Öğretmenlerin bu tür yanlı davranışlardan kaçınması gerekmektedir. Özellikle dinsel ve politik inançlar, öğretmenin tarafsızlığının önüne geçebilmektedir. Bu durumu engellemek için öğretmenler  meslek etiğine uymalı ve mesleklerine duydukları saygıdan dolayı tarafsızlık ilkesini okullarda, sosyal çevrelerinde uygulamalıdırlar.
Öğretmenler okulda ve  sosyal ilişkilerinde siyasi davranamazlar. Gerek okuldaki öğrencileri gerekse sosyal çevrelerindeki bireyleri fikirlerine ve inançlarına göre yargılayamazlar. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda memurların siyasi partiye üye olamayacağı ve siyaset yapamayacağı da bildirilmektedir. Bu kanun da öğretmenlerin de siyasi görüşlerini okulun dışında bırakması gerektiğini göstermektedir. Öğretmenlerin amacı gelecek nesilleri sağlıklı ve ülkesine faydalı olabilecek şekilde yetiştirmektir. Tebeşir kokulu sınıfları siyasi görüşlerini ve kendi inançlarını benimsetmek amacıyla kullanamazlar. Öğrencilerini inanışları, siyasi görüşleri ve dini görüşleri gibi durumlarla değerlendiremezler. Öğretmenler, okul kapısının dışında görüşlerini bırakmalıdırlar ve öğrencilere olması gereken, programda belirtilen eğitimi vermelidirler. Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu şu sıkıntılı dönemlerde öğretmenlerin birleştirici olması gerekmektedir. Çünkü öğretmenler sevgi, saygı, hoşgörü, güven gibi güzel davranışları topluma yaymakla görevlidir. Öğretmenlerin tarafsız olarak barış ortamı oluşturmak yerine karışıklık çıkarma çabasında olması öğretmenlik etiğine yakışmayan ve doğru olmayan bir davranıştır. Öğretmenler, öğrencilerin kafasına birtakım ideolojileri sokmak yerine sorumlu olduğu işini yapıp sınıfın kapısından gönül rahatlığı ile çıkmalıdır. Her zaman doğruları kendi siyasi görüşlerini ve dini inançlarını katmadan öğrencilerine aktarmalıdır öğretmen. Eğitim işi insanların etkileşim içinde olduğu bir iştir. Öğretmenin bu işi yaparken kendi vicdan muhasebesini yapması gerekmektedir. Öğretmen siyaset adamı değil, toplumu eğitmek gibi kutsal bir görev üstelenen dürüst bir kişidir.
Öğretmen tarafsız olmalı ve toplumun her kesiminden herkesin güvenini kazanmalıdır. Siyaset yaparak ve inançlara göre taraf tutarak davranan öğretmen toplumdaki insanların güvenini kaybeder ve mesleğinin gerektirdiği tarafsızlık ilkesinden sapar. Öğretmen gerek okulda gerek sosyal yaşamında insanları inançlara göre ayrıştırıcı değil birleştirici olmalıdır. Öğretmenlerin tarafsız olması yani siyasi görüşleri ve kişisel inanışlarını eğitim hayatlarından ve sosyal çevrelerinden uzak tutmaları gerekmektedir. Sonuç olarak geleceğimizi inşa eden öğretmenlerin ayrıştırıcı değil birleştirici olmaları ve tarafsızlık ilkesini her zaman uygulamaları gerekmektedir.

17 Şubat 2017 Cuma

Adil Bir Dünya İçin Adil Bir Öğretmen

             Öğretmenlik mesleği, kutsal ve ahlaki değerlere sahip olunması gereken dünyanın en eski mesleklerinden biridir. Öğretmenlik kutsaldır, çünkü toplumu oluşturan çocuk ve gençlerin hatta eğitilme ihtiyacı olan herkesi eğitme işini yürüten ve fedakarlık gerektiren bir meslektir. Her şerefli mesleğin bir andı bir sözleşmesi olduğu gibi öğretmenlerin de 'Öğretmen Andı' bulunmaktadır. Bu antta 'tarafsızlık ve eşitlik ilkelerine bağlı kalacağıma' ibaresi yer almaktadır. Peki tarafsız ve eşit olmak herkese eşit davranmak, adil olmak mıdır? Adil olmak herkese eşit seviyede ve eşit mesafede davranmak mıdır? Bir öğretmenin öğrencinin nerede yaşadığı, ne hissettiği, maddi imkanlarının ne olduğu ve aile yaşantısının nasıl olduğunu önemsemeden ben eşit davranıyorum demesi adillik değildir. Adil olmak insanların hak ve hukukunu gözeterek herhangi bir konuda hüküm vereceği zaman tarafsız olmaktır. Kime nasıl davranacağını ve hakkının ne olduğunu bilmeyen kimse adil ve tarafsız olamaz. Bu yüzden bir şahıs veya olay hakkında hüküm vermeden önce ilk yapılacak olan iş doğru tespittir. Bunu eğitime uyarlarsak bir öğretmenin eğitim vermeden önce öğrencilerini iyi tanıması ve ihtiyaçları doğrultusunda plan yapması gerekmektedir. Öğretmen bütün öğrenciler için sağlıklı ve güvenli bir ders ortamı sağlamalıdır. Öğrenciler birbirinden zeka olarak veya beceri olarak üstün olabilir ancak unutmamalıdır ki hepsi ayrı bir bireydir ve hepsinin farklı yaşantı durumları vardır. Sadece başarılı öğrencilerle ilgilenmek adillik değildir. Adil olmak öğrencilere ihtiyaçları seviyesinde eğitim vermek ve onların yaşantılarını gözardı etmeden eşit davranmaktır. Adil olmak sabır ve vicdan gerektirir. O vakit öğretmenlerin de her öğrencisine aynı sabrı ve vicdanı göstermesi gerekmektedir. Öğretmen sadece eğitim verirken değil değerlendirme yaparken de adil olmalı ve gerekli durumları göz önünde bulundurmalıdır. Kısacası öğretmenin adil olması sadece her öğrenciye eşit davranması değil, öğrencilerin ilgi, ihtiyaç ve beklentilerine göre onların her birinin ayrı bir birey olduğunu unutmadan adaletli davranmasıdır. Adil olmak, eşit olmak değil hak sahibine sahip olduğu hakkını vermektir. Öğretmenlere düşen görev adil bir eğitim ortamı yaratmaktır ve bunu da öğrencilerine eşit değil adil davranarak gerçekleştirebilir.

16 Şubat 2017 Perşembe

Türk Eğitim Sistemi Yeterli Mi?

         Ülkemizdeki eğitim sistemiyle, öğrencilerin 6 yaşından başlanarak 12-15 yıl boyunca yarışırcasına öğretilen bilgilerle hayatlarında istedikleri alanda başarılı olmaları amaçlanmıştır. Peki eğitim sistemimiz öğrenciler açısından hedefine ulaşan bir eğitim sistemi midir? Yıllardır öğrencilerimiz sürekli değişen sistemlere uydurulmaya çalışıldı. Sistemin öğrencilere göre de şekillendirilmesi gerekmez miydi? Çağdaş eğitim yaklaşımlarının amaçladığı eğitim sisteminin öğrencilerin ilgi, mizaç, beceri ve yeteneklerine göre düzenlenmesi ikinci plana mı atılmalıydı? Yıllardır oturtulmaya çalışılan ve sürekli değişen eğitim sistemiyle çağdaş bir eğitim anlayışı yakalanmaya çalışıldı. Eğitim sistemimizin zorladığı, öğrencilerin eğitim hayatları boyunca içinde bulundukları bu yarış her geçen yıl daha da zorlaşmaya başladı. Sınavlar neler öğrendik yerine nasıl öğrenen ile öğrenmeyeni ayırırız maksadıyla yapılmaktadır. Öğrencileri öğrenmeye teşvik edilmek yerine, öğrencilere ne öğrenirsem yüksek not alırım ve akranlarımdan nasıl üstün olurum anlayışı benimsetildi. Öğrencilerin çağdaş eğitim sistemi anlayışında istediği alana yönlendirilmesi gerekirken aldığı puana göre yönlendirmeler yapıldı. Öğrencilerin yetenek ve ilgileri ikinci plana atıldı ve sadece bilgileri dikkate alındı. Devam eden süreçte kendi kültürümüze ve toplum felsefemize uygun ve çağdaş yaklaşımlarla yoğurulmuş bir eğitim felsefemiz oluşturulamadı ve yarım kaldı. Eğitimde ilerlemiş ülkelerde kullanılan sistemleri kendi sistemimiz gibi kullanmaya çalıştık ama dişliler oturmayınca sistemden çıkan çıktılar memnuniyet vermemeye ve işlevsellik göstermemeye başladı. Eğitim veren öğretmenler de sürekli değişen ve başarı göstermeyen eğitim sistemlerine ayak uyduramadı ve bunun sonucunda sistemin nasıl uygulanacağını bilmeyen öğretmenlerle sistem işletilmeye çalışıldı. Bunların sonucunda karmaşık ve işlevselliği tartışılacak bir eğitim sistemi oluştu. Öğrencilerin yeterince bilinçlenmemesi sonucunda düz mantık bir eğitim sistemi beyinlere oturmuş oldu. Bu eksiklikleri gidermek için eğitim sistemimizin değişmesi ve çağdaş şartlara uygun bir anlayışla öğretmenlerin de bilinçli bir şekilde katıldığı bir sistemin oluşturulması gerekmektedir. Eğitimin yarış içinde olmak anlayışından ziyade ilgi ve yeteneklere göre şekillenmesi gerekmektedir. Bilinçli, kendi potansiyelinin farkında olan, yeteneklerine göre vizyonunu geliştiren nesiller yetişmesi için eğitim sistemimizin bir düzene bağlanması ve bilinçli bir şekilde uygulanması gerekmektedir.

10 Şubat 2017 Cuma

Değerler Eğitimi Nedir?

        Değerler eğitiminin temelinde iyi insan olmak vardır. Bu değerler genetik ile gelmeyen, okul ve çevre ile öğrenilen değerlerdir. Bu değerler bir kişinin kendini tanımasını ve kendisi ve yaşadığı toplum ile uyum içinde olmasını sağlar. Bu eğitimle birlikte öğrenciler neyin doğru olduğu konusunda yorum yapar ve aynı zamanda bu yorumlarını da davranışa dönüştürürler.
         Değerler eğitimi denildiğinde herkesin aklına kültürel ögeler gelmektedir. Halbuki bu ögeler kültürle yoğrulan ulusal ögelerdir. Fakat değerler eğitimi daha çok global ögeler üzerine kurulmuştur. Örneğin doğruluk, arkadaşlık gibi…